20 Ekim 2007 Cumartesi

Freedom is Slavery !

Virgilius "Ignorance is Strength" dedi, ben "Freedom is Slavery" dedim. Oldukça peşpeşe, düşünmeden. Düşünüp düşünüp arasam, bir yerlerde "gönderme" amaçlı kullanacağım desem, kesinlikle aklıma gelmez ama kafamın taa derin biryerlerindeki kıvrımlardan çıkıverdi. Dedim ki kendi kendime, tamam burada kes, hatırlama neydi, nereden geldi, tamam unut, konuyu değiştir, kalk dolaş, bir dizi bul seyret.

Ama önce kitap satır satır aklıma geldi, ne zaman okuduğum, okuduğum sırada istatistik sınavım olduğu, aynı gece bir patiye katıldığım, sınavda Rsquare'in bir Avrupa şehrindeki havalı bir meydan ismi olabileceğini düşündüğüm, o sırada sersem çağrışımlar nedeniyle sınavın zamanını iyi kullanamadığım, V for Vendetta isimli film, filmdeki saçları kazınmış kızın ne kadar etkileyici olduğu, sokaklarda çalan müzik, o sokaklarda benim diye dolaşmamış olduğum, keşke tarihte herhangi bir yerde bir başkaldırıya liderlik etmiş olsaydım gibi bir sürü konu çorap söküğü olarak kucağıma döküldü.

Sadece bunlar dökülmekle kalmadı, özgürlük diye bir şey olmadığı -artık-, köleliğin özgürlüğün karşıt anlamı olmadığı, sadece sınırlandırılmamış dolaşım özgürlüğünün karşıtı olan hapis hali ile eşanlamlı olduğu, hatta "serbest" kelimesinin, Farsça "Serbeste" kelimesinden geldiği, "Serbeste" kelimesinin "başı bağlı" anlamına geldiği, bunun da Osmanlı'da kullanılan "kafa kağıdı"na tekabül ettiği, kafa kağıdı olanın "rahat dolaşım" izni olmasından da "serbestlik" kavramının kullanılageldiği, dünyadaki tüm kölelik örneklerinin, aslında çeşit çeşit "hapis"lik örnekleri olduğu, yeni dünya günümüz insanı için ise "özgürlük" diye bir şeyin kesinlikle söz konusu olmadığı, bu kelimenin değerli olduğu yüzyılları çoktan geçtiğimizi, şu andaki popüler, popcorn kültürünün bu kelimeyi kullanmasının sadece çok cool durması sebebiyle olduğu, para ile donumuza kadar bağlandığımız bu düzende, özgürlük kelimesinin yerinin olmadığını düşündüm.

Sonrasında ise en bağsız, bağcıksız, ipsiz, link'siz yaşayan kim var acaba kafamın arşivinde diye didiklemeye başladım. Bir reel örnek, bir teorik net bilgi buldum "arama sonuçları" olarak ve bunlardan yola çıkarak bir genellemeye vardım. (Bunu yazarken de şunu söylüyorum kendime, "tüm istatistik kurallarına aykırı bu yaptığın örneklem data çok az, dolayısı ile popülasyonu temsil etmez, genellemendeki doğruluk-güven payı oldukça düşük olabilir, ama bir yandan da karşı tez olarak da şu söylenebilir, bilinen popülasyondaki sayı düşük ise örneklem sayısının düşük olması normaldır, bilinmeyen varsayılan popülasyon ise reel olarak ölçümlenemeyeceğinden sayısal değer içermez. Buna cevap ise şu olabilir, örneklem ile bilinen popülasyon arasındaki mantık bağlantısı da tüm popülasyon ile çalışılamayacak olmasından dolayı örnekleme gidilmesidir, dolayısı ile bilinen popülasyon + varsayılan popülasyon diye bir formül uygulamak gerçekçi olmayabilir. O zaman örneklem yeterlidir. Genelleme yapılabilir)


Genelleme: Medeni yaşamın girmediği kabileler

Görmediğim ama yazılanlardan araştırdığım "teorik" olarak isimlendirildiğim (benim için teorik, çünkü görmedim, onlarla yaşamadım) Aborjin'ler

Gördüğüm, yaşadığım konuştuğum Orang Asli'ler.

Benim bildiğim, hayatımdaki bağlar ve bağlılıklar, aitlikler ve yersizlikler, uyumlandırılamayan tüm kavramlara karşı duran Orang Asli'ler. Ormanda, medeniyet ürünü hiçbirşeyin girmediği hayatlarında, ormandan aldıkları ve verdikleri ile yaşayan, katışıksız, eklemesiz, süslemesiz, uydurma yaratılmış kavramlar olmadan, modern dünya insanına yüklenen sanal, çıkarcı, yancı, yönlendirici, etiketleyici, sınıflandırıcı kavramlardan bağımsız, çıplak "yaşamak" eylemini gerçekleştiren, doğan, tüm insani duyguları içgüdüsel olarak yaşayan, avlanan, avlandığı kadar yiyen, yiyebileceği kadar avlanan, ormana uyumlu, suya uyumlu, havaya uyumlu, kıçı açık, ayağı çıplak, evlenen, doğuran, ölen, hayatı boyunca "toprağa" yani "Tanrı"sına saygı duyan zarar vermeyen insanlar. Dünya üzerinde, dünyaya parazit olarak yapışmamış, dünyanın, toprakananın kendi olan, ayırtedilemeyen insanlar. Tek bağlılıkları "toprak", "orman", "kabile".

Kabilelere dönebilir miyiz ? Biz bağlılıklarımızı, bağlarımızı seviyoruz. Dönemeyiz. Ama o zaman "Özgürlük" gibi birşeyden de söz etmemeliyiz. Gönüllü bağlılığımızın tadını çıkaralım, dünyaya yabancı olduğumuz halde tüm gücümüzle yapışmaya devam edelim, bizi üstünden silkeleyene kadar, modern hayatımızla eğlenelim. Yanlış değil. Bizim türümüzün yaşam ortamı bu. Beni kızdıran ne yaptığımızı bilmemek. Kavramları hop oraya hop buraya, çok havalı duruyor diye uçurmak. Uçurmayın.

2 yorum:

No More Virgilius dedi ki...

Bu blogu açtın ya, sayende ben de kurtuldum “karı-kız-politika-Slayer” kısırdöngüsünde yazmaktan :)
Gazetelerde veya haber sitelerinde (özellikle NTVMSNBC bu meseleye baş koymuş) iki de bir çıkan onlarca, hatta yüzlerce haberde yok neandarthal’ler künefe yemeyi abarttıklarından dişleri çürümüştü, yok homo sapiens’ler NBA’de oynama hevesine kapılıp dik yürümeye başladılar türünden popülerleştirilmiş/şirinleştirilmiş bilim haberlerine kulaklarımı kapatıyor olsam da, 1973 senesinde Etiyopya’da 2.800.000 sene öncesi yaşamış olduğu öngörülen bizimle aynı kafatası hacmi ve özelliklerine sahip bir homosapiens iskeleti bulunduğu haberini yıllar evvel okumama rağmen bir türlü unutmuyorum. (yeri gelmişken, al sana somut örnek; ignorance is strength)

Tarihçiler; yerleşik hayata geçişi tarımsal faaliyetin başlangıcıyla milatlandırıyorlar; bu konuda Filistin’deki Eriha’yı (Jericho) işaret ederler, bir de tarih vermekten geri durmuyor bu amcalar; MÖ 7500. Hadi ben senin için Kuzey Afrika’da - Kartaca/Ortaca, MÖ 8000’de başladı tarım diyeyim, Gregor eksik kalmasın, O’nun hatırı için de Çanakkale’de MÖ 10000 sıralarında başlamış olsun ziraat. Ziraat önemli, çünkü insan toprağı işlemeye başlayınca o mekana “bağlı” kalıyor, özgürlüğünü topraktan alacağı ürün karşılığı “satıyor”.

Şimdi bu kadar geveledikten sonra yazayım, at least 2.800.000 sene önce ortalarda gezinmeye başlayan homosapiens’lerin kafasına ne düştü de bunlar yetti gayri misali artık yerleşik hayata geçtiler? Ayakları mı ağrıdı acaba…


"Kavramlara" hiç girmeyeceğim. Mesaideyim, çalışmam lazım. Rahat bırakın beni ya!

Sindar dedi ki...

Insan varlığının huzursuzluğu "öz"ünü inkarla başladı zaten.

(nosce te ipsum)

Yerleşik düzenin, öz ile bağlantısı zayıf olunca, insan varlığı gidecek, kacaçak yer, fırsat vesile arar oldu.

Aslında amaç hiç bir zaman bir yere gitmek değildi, hareket halinde olmaktı...

Konuyla ilgisi var mı ? yok :) bu da başka bir çağrışım.

Ayrıca,

Mesai de insan doğasına uygun bir şey değildir :)