13 Temmuz 2009 Pazartesi

Dere otu, maydanoz, nane ve hayatın anlamı üzerine...

Başlık kısmına "Maydanoz" yazarken daha önce ne kadar az "Maydanoz" yazmış olduğumu farkettim. En çok yazılı iletişimi iş yerinde gerçekleştirdiğime göre ve işim otla b.kla olmadığına göre bu gayet de normalmiş aslında. Ayrıca doğru yazıp yazmadığımdan emin olamadım ve TDK'ya gittim baktım, doğru yazmışım. Aynı yerde bu otun Umbelliferae familyasından olduğu yazıyordu, merak ettim bir de bu neymiş diye baktım. Maydanoz nevi otların aile adıymış, ilgimi çekmedi bıraktım. Sonra bu kelimenin aslı pek çok kelimenin atası olan Rumcadan geliyormuş, yani biraz daha geriye doğru gidince latince işte. "Mayntanos"... Bir de kamfor diye bir doğal kimyasal içeriyormuş ki bu da cilde feci bir tazelik getirirmiş. Off kendimden sıkıldım valla. Bana ne ki, ne merak ediyorsun!

Akşam dokuz sıralarında işten geldikten sonra bir demet maydanoz, bir demet dere otu, bir demet taze soğan, bir demet nane, bir kilo bezelye ve bir kilo taze fasülye ayıklarken hayatın anlamı üzerine düşündüm, genişçe, yavaş yavaş, enine boyuna, sanki o dere otlarına bakarken, bezelyeler kabuklarından zıplayıp yerde bir şeylerin altına yok olmaya doğru giderlerken ilk defa düşünüyormuşum gibi...

Ve evet hayatın bir anlamı yok. Biyolojik bir beden, bedeni çalıştıran bir mekanizma, beyin denen bu mekanizmanın iç tarafını kaplayan sinir lifleri, sinir liflerinin ucundaki sinir iletkenleri ve aslında emir taşıyıcılar tam da bunlar, kimbilir belki de ruh diye birşey de vardır bir yerlerden bağlı. İşte o kadar. Bu sistem acıkma emrini vermek zorunda ki sistemi ayakta tutacak yakıtı sağlayabilsin, acıkma emrini alınca yiyecek bulmak lazım, ya ekeceksin bekleyeceksin ki çıksın topraktan, ya da gidip satın alacaksın, satın almak için devrimizde takas usulu kalmadığı için çalışacaksın, çalışınca daha çok acıkacaksın, daha çok yakıt için daha çok çalışacaksın... Bu kadar... Bu mekanizmanın ayakta kalması hayatın tek anlamı işte.

Diğer herşey yan sanayi, bonus (ki ben ölürüm onlar için, gerçi lezzetli bir yemek için de ölürüm ya neyse)... İktisatçılar yıllar önce yırtmışlar kendilerini hayat bu kadar basit arkadaşlar yormayın kendinizi diye. O romantik felsefeler, varlık bilimleri, içsel döngüler, derin hesaplaşmalar, vicdan haritaları falan da bildiğimiz "hikaye"...

Ayıkladığım dere otu, maydanoz, nane, taze soğan, taze fasulye ve bezelyelere daha bir sevgi ile baktım bu ermişlik halinden sonra, canlarım onlar benim.

Bu varsayımı temel aldığımda, benim durumum bu varsayımın tam karşı köşesinde. Yine en olmadık yerde. Bu hayatın bonusları için, bu hayatın yan sanayisi için yaşadığımı düşününce, bu amaca bedenime yakıt sağlamak suretiyle dolaylı olarak hizmet ediyor olduklarından ilk başladığımda kafalarını koparır gibi kopardığım yapraklarını daha bir şefkatle yolmaya başladım. Zamanı geldiğinde de şefkatle yiyeceğim onları ve gelecekteki ilk tatilimde saygı ile anacağım.

Ne demiş "Quidquid latine dictum sit, altum viditur", bu değil tabii ki... Bu latincenin belki de haklı ukalalığını anlatan pek güzel bir cümle. "Latince edilen kelam kulağa pek derin, havalı gelir" minvalinde... Ama söyleyeceğim bu değildi, şuydu "Nosce Te Ipsum" veya "Temet Nosce"... Bir kaç demet bana kendimi bildirdi diyebilir miyim? Şu çıkarımla hayatıma devam edebilir miyim mesela "Ve aslında insan biyolojik bir varlıktan ibarettir ve yaşadıkları, yaşayacakları, yaşama ihtimalleri olan her varyasyon aslında yaşanmıştır, yaşanıyordur veya yaşancaktır, dolayısı ile insan varlığı aslında bin değil, birdir, özel değildir geneldir. Ve fakat bazı insan varlıkları vardır ki hedefi şaşırmış hayatın oyuncakları ile eğlenmektedir, karanlıkları ile heyecanlanmaktadır, tüm pırıltılarının peşinden koşmaktadır, ayak izlerini diğerlerinin izlerinden götürmemekte inat etmektedir, ve muhtemelen sağlam bir çelme yiyecektir"

Keşke bu kadar kolay olsa da ne olduğumu anlayıp bir huzur bulsak...

Buraya kadar tüm yazılanlar oyundu...

Tamam şimdi ciddi bir şey söyleyeceğim; "Ve aslında kendinden en çok korkan, en çok kendini bilendir"

12 Temmuz 2009 Pazar

.

Niye orada olduğunu bilmeden oturuyor. Sinirli olması gerekir ama sanki rahatlamış gibi, bir yandan da rahatlamış olmanın vicdanına verdiği ağırlığı sorguluyor, sorgularken dokunmaması gereken yerlerden uzak durmaya çalışıyor, o çizgelere basmaması gerekiyor, tuzakları biliyor, bilerek ve çok dikkatli olarak yaşaş yavaş ilerlemeye çalışıyor, kucağında birlştirdiği ellerinin hafifçe titremesinden tehlikede olduğunu anlıyor ama tehtidin tadındaki o yumuşak ve insanın damağında daha fazlasını istetecek aromayı hayal ediyor, gülümsüyor.

Köşede kendini karanlığa saklamaya çalışan adam koca bedenini iki duvarın arasındaki gölgeliğe sığdırmaya çalışıyor, olmuyor, küçülmeye çalışıyor. Bir yandan da ellerini kucağında kavuşturmuş oturan kadını seyrediyor, inceliyor, kendi niye orada olduğunu bilmediği için ipucunu kadında arıyor. Kadın konuşmuyor, iri gözleri kucağında kavuşturduğu ellerinin üzerinden bir noktaya bakıyor. Adam da o noktaya bakıyor, ama görebilecği hiçbirşey yok. Kediler böyle yapar diye düşünüyor adam, hiçbirşey olmayan bir noktaya orada birşey olduğundan emin bir ifadeyle bakarlar ve aslında orada mutlaka birşey vardır. Kadının siyah gözlerindeki ışık hafif karanlıkta bile belli olabiliyor diye içinden geçiriyor adam... Ansızın kadının gözlerindeki ışığın dalgalanmaya başladığını görüyor, doğaüstü bir şekilde ışık gözlerinin içine doğru çekiliyor veya karanlık dışarı taşıyor... Adam iki duvarın gölgesine daha da sıkışmaya çalışıyor.

Kadın gülümsüyor, gülümsediğinin farkında olmadan. Daha birkaç saat önce işinden çıkmıştı, yolda her zamanki gibi hızlı hızlı yürüyerek minibüs durağına gitmeye çalışıyordu. Bir günü daha atlattığı için mutluydu. Üstelik minibüste de kimseler yoktu... Anlaşılmadan bu günü de atlattığı için kendi kendini kutluyordu. Bu sosyal oyunun bir parçası olarak performans gösterebildiği için, farkedilmediği için. Sonunda evine kaçabilme zamanı gelmişti. Fakat sonra bir anda kendisini bu odada buluvermişti. Odada olmak yakalandığı anlamına geliyordu aslında. Ve dolayısı ile sinirli olması gerekirken sanki rahatlamıştı... Bu sosyal oyunun denetçileri zaten çok yakında fark edeceklerdi. Bu düşüncelerden sıyrılıp kendi içinden büyüyen tehdite yoğunlaşması gerekiyordu ama karşı duvarın gölgesine sığınmış adam dikkatini dağıttı, dikkatinin dağılması ensesinin üst kısmında keskin bir acıya sebep olduğunda hatasını anladı. Yanlış çizgiye basmıştı vicadınına gizlice eziyet ederken işte, yanlış çizgiye basmıştı. İçinden yükselen korkuyu bastırmaya çalışmak için tırnaklarını gizlice avucunun içine bastırdı, bedendeki bir acı durumunda beynin bedenin tüm fonksiyonunu, tüm askerlerini oraya yönlendireceğini biliyordu. Böylece “korku” için enerji kaynağı kalmayacaktı. Bunu çok küçükken öğrenmişti. Beğenmediğin bir acıyı veya duyguyu kendi tercih ettiğinle değiştirdiğin anda seçilmiş acıyı yaşama özgürlüğünü kendisine vermiş oluyordu ki aslında bu tıpta ismini hatırlayamadığı bir psikiyatrik hastalığa işaret ediyordu, hiç de umurunda değildi zaten.

Adam kadının ellerinden sızan kan damlalarını izliyordu, kadının farkında olmadığı. Ama adam kadının kendisinden daha fazla şey bildiği konusunda emindi, özellikle niye bu odada oldukları konusunda. Bu konuda hiçbir açıklaması olmayan adam en son arkadaşları ile evinde toplanmış bir şarap açmışlardı. Sevgilisinin hırçınlıklarından bıktığı ve kendini ondan kaçırmak istediği anda arkadaşları aramışlardı. Arkadaşları ile şaraplarını içerken Noir Desir çalıyordu, pürüzsüz bir Fransızca ile “herşey yok olacak ama rüzgar bizi taşıyacak” sözleri bir anda dikkatini çekmişti. Fransızcayı hiç sevmediği gibi Noir Desir’in söylediği tarzda müziklerden de hiç hoşlanmazdı. Şarkının sözlerini dinliyordu. Sokağa çıkmaya ihtiyacı vardı. Denize ihtiyacı vardı, suya anlatması gerekiyordu birşeyler, su alıp taşıyıp götürecekti nasıl olsa. En son sokağa çıkmıştı. Fakat sonra bir anda bu odadaydı işte...

Kadın “herşey yok olacak ama rüzgar bizi taşıyacak” sözleri ile irkildi ve avucunda biriken kan damlalarını gördüğünde içinde taşıdığı korkunun ne kadar büyük olduğunu o an fark etti, o anda korkmuyordu ama ne kadar acıya mal olmuştu, işte bedeli kadar büyüktü demek ki.

Kapı açıldı, ellerinde fenerleri ile gürültülü gürültülü konuşan adamlar hızlı adımlarla içeri girdiler, ellerindeki fenerlerle defalarca kadına ve adama baktılar, sözleri anlaşılmıyordu, ne kadın ne adam cevap veremiyorlardı. Kollarından çekilerek kaldırılmaya çalışan adam ve kadın birbirlerine bakmaya çalışıyorlardı. Umutsuzca. Kadın ellerini açamıyordu, kanları yer aksın istemiyordu, adam ise güvenli gölgesini bırakmak istemiyordu.

Ellerinde fenerler olan gürültücü adamlar kadın ve adamı aldılar. Ve birbirlerini bir daha görmediler.

Ertesi gün gazeteler korkunç minibüs kazasından kurtulan 2 kişinin haberlerini büyük gürültüyle anlatmaya başladı.

Kadın hastahane yatağında o odanın bir minibüs olmadığına doktoru ikna etmeye çalışıyordu. Adam ise başka bir hastahanede o odadaki kadının gerçek olmadığına doktoru ikna etmeye çalışıyordu. Kadın minibüs kazası olsa dahi minibüste sadece kendisinin olduğunu anlatıyor, adam ise minibüse binmediğine yemin ediyordu...

11 Temmuz 2009 Cumartesi

Bu Gece Dinlemek İstediklerim;

(Angel)
Hello you, little girl, I'm always by your side
Come close - close to me in this night
All the witches and elfs
I have seen by my self
... A long time ago
Some are good, some are bad
You don't have to feel sad
'Cos I'm always with you

(Dont look to the eyes of a stranger)
Don't know which way to run
You'd better hide yourself
He's getting closer now
You'd better improvise
Just hope you never reach
The point of no return
Could be the last time
You see the light of day
Don't look to the eyes of a stranger
Don't look through the eyes of a fool
Don't look to the eyes of a stranger
Somebody's watching when the night comes down

(Como estais amigos)
Inside the scream is silent
Inside it must remain
No victory and no vanquished
Only horror, only pain
No more tears, no more tears
If we live for a hundred years
Amigos no more tears

1'inci ve 3'üncü Saniye Arasında Düşünülebilenler...

- Motorsikletin duruyor mu hala?
- Durmuyor...
- Özlüyor musun?

sorusu ile ilk saniye...
....hafif rüzgar var, hafif hafif ağaçlı bir yolda gidiyorum, yavaş yavaş, tatlı virajlar var, kaskım yok, sıcak, motordan da sıcak yükseliyor ama umursamıyorum, rüzgar var, sabahın daha çok çok erken vakitleri, daha güneş doğmaya çalışıyor, sağ yanımda Bafa gölü var, duruyorum, bir sigara yakıyorum, ayaklarımı deponun üzerine doğru topluyorum, dirseğimi arka koltuğu dayıyorum, Bafa gölüne güneş doğuyor, sigaram ne lezzetli, ne kadar yorgunum aslında kilometrelerden sonra, ne kadar pisim aslında yolun tüm tozu toprağı üstümde, dizlerim bile sızlıyor, ama Bafa gölüne güneş doğuyor işte....

bir saniye daha geçiyor sonra...
....gözümün görebildiği en son noktada hafif bir viraj var, diye düşündüğüm anda virajı dönüyorum, hız... Motorun inanılmaz gürültüsü ve sanki şaseden çıkmak istercesine basınç yapması... olsun bir viraj daha...

....gecenin geç vakitleri balkonda oturuyorum, İstinye Bayırı'nda kimse yok, karşımdaki Emirgan Korusuna bakıyorum. Sessizliği delen bir uğultu yaklaşıyor uzaktan, racing tipi bir motor olduğu belli, vtes aralıklarına bakılırsa da 600cc'lik muhtemelen, biraz paslı sesi, yaklaşıyor, bir vites daha atıyor, ses yükseliyor ama bayırın bitmesine çok az var, vites düşürmesi lazım, evet vites düşürmeye başlıyor. gecenin o vakti ben kullanırmışım gibi tüylerim ürperiyor, uykum kaçıyor, yola çıkmak istiyorum.

bir saniye daha geçiyor...
....boğuluyordum, her yer dar geliyordu veya heryere geniş geliyordum, herşey üzerime doğru kapanıyordu veya ben içten dışa doğru patlamaya başlamıştım. Ama bir an sonra yavaş yavaş yola çıktıktan sonra, rüzgar yavaş yavaş üzerimden geçmeye başladıktan sonra, yavaş yavaş sürat arttıkça... Dünya genişliyor, ferahlıyor, duvarlar eksiliyor, beynim ruhum bedenime sığmaya başlıyor. Tatlı tatlı yayılan adrenalin, huzurla birleşiyor.

....

- Özlemezmiyim, çok hem de çok özlüyorum ama kendimden korkuyorum, süratten. Yaşlanıyorum sanırım.

Seyredilesi bir kısa film...

Internetten bir yerlerden edinilebilir;

"The Horribly Slow Murderer with the Extremely Inefficient Weapon"