7 Haziran 2008 Cumartesi

Aldığım en sağlam dersmiş meğer...

Çok yaşlı bir arkadaşım vardı, G. Teyzem, tanıştığımda o 70’lerindeydi, ama takip eden 10 yıl benim en iyi arkadaşım, dostum oldu. Derdi ki “Hayat herkesin farklılıkları yaşadığını düşündüğü bir ilüzyon aslında, gerçekten farklılıkları yaşayan ender ayarı bozuklar için ise hayat ‘tüketelim bitsin bu aynılığı’ hissinin baskın olduğu bir gerçeklik olur. Çok yazıktır ki, ilüzyonun tatlı meyvelerine ender olarak kendilerini kaptırsalar, çok kısa süreler oyalansalar bile, farklılıklarından gelen farkındalık ağır bastığında, hiç kimsenin dayanamayacağı kadar büyük bir güçle tokat suratlarında patlar. Acı bu hayatta hissedilebileceği tahayyül edilemeyecek kadar şiddetli olur. Hayatla dalga geçiyorsun, bir ilüzyona, bir gerçeğe geçişlerin çok sık, suratına gelecek tokata, ardından hissedeceğin acıya, kırıklığa hazır ol.” Hazır oldum, bile bile oynadım.

Sevgili arkadaşım Virgilius, bu duble de senin sağlığına olsun.

4 Haziran 2008 Çarşamba

Eriği Tuzlayarak Yemeyin !

"Eriği Tuzlayarak Yemeyin" başlıklı bir e-mail gelmiş. Hiç ismini bile duymadığım bir internet sitesinden. Neden ben ? Sanki nete ruh girmiş, eriği tuzlayarak yiyenleri filtrelemiş, sonuçta ben çıkmışım.

Erik bu. Başka bir şey değil. İlk çıkmış, yemyeşil, ekşi mi ekşi eriği böyle güzelce yıkayıp, üzerinde hafif suları varken tuza batırıp kütür kütür ısırmak, sonra dudağında kalan tuzları yalayıp buz gibi rakından da bir yudum yavaşça içmek gibisi var mı? Hele deniz kenarıysa, üstelik de uzun uzun yüzüp sudan daha yeni çıkmışsan, keyiften ölebilir insan.

Bu e-maili gönderen zihniyeti kınıyorum. Yazı da diyor ki, erik böbrek, sindirim sistemi, karaciğer hastalıkları için çok faydalıymış. Diğer paragrafta da diyor ki, "tuzlayarak yenen erik, fazla tuz alımından dolayı böbreklere zarar verebilir". E yani ? Bir artı, bir eksiyi yok etmez mi ? Sonuçta erik gayet tuzlayarak yenebilir ve hatta yenmelidir.

Aynı mailin içinde bir de şu çok popüler olan "RealAge" testlerinden vardı, "Bulunduğun Yaş" ve bir takım fiziksel sağlık soruları sonucu oluşan "Gerçek Yaş" yani bedenine baktığın, fiziksel sağlığına dikkat ettiğin ölçüde genç çıkıyormuşsun. Ama "ruhsal yaş" veya "hissettiğin yaş" diye bir şey yok. Ki olması gereken budur, kaç yüzyıllık olduğumu bilsem çok daha faydalı olurdu, en azından cevapsız kalan tuhaflıklarımın bir açıklaması olurdu belki.

Bizim ofiste bu aralar çeşit çeşit otları kaynatıp içmek pek moda. Herkes bir anti-aging, ölmemek telaşında, beşi bir arada zayıflama çayları, yeşil çay, beyaz çay, kekik çayı, ada çayı, ıvır çayı, vızır çayı, tarçın bilmem nesi, herkes oldu cadılar gibi, otları karıştırıp duruyorlar. Bir de doğal gıdalara dönüşüm süreci varmış, bedenlerindeki toksinlerden arınınca, doğal gıdalar yiyeceklermiş ki, bünyeyi toksinlendirmesinler. Allah'ım sen koru beni. Amin.

Ve tüm bu çok yaşama önlemlerini alan insanlar, içerideki havayı döndürüp döndürüp içeriye geri veren bir klimanın olduğu, camların açılmadığı, 150 kişinin ikamet ettiği, 150 kişi başına düşen tuvalet sayısının 4 olduğu, her an bir krizin yaşandığı, duygusal taciz ve işkencelerin had safhada olduğu, kimsenin saatlerce oturduğu koltuktan kıçını kaldıramadığı bir yerde çalışıyorlar. Kahvaltımın üzerine, bol köpüklü sade Türk kahvemin yanına bir sigara yakıp, il kahve yudumumla ve ilk dumanda gülümseyince ben, kedi gibi beni seyrediyorlar özlemle. Üzülüyorum. Kime bilmiyorum, kendi asiliğime mi, onların kısıtlanmış keyiflerine mi...

Bir hayli dedikodu oldu galiba.

Siz yine de uzmanları dinleyin, eriği tuzlamayın, rakı ile yanyana asla geirmeyin, yüzmenin size kazandırdığı kondisyonu soğuk bira ile sabote etmeyin, sigarayı unutun, Türk kahvesini asla aklınıza getirmeyin, dondurmayı kıtır kıtır olana kadar dondurmayın, suyunuzu buz gibi, geçtiği heryeri hissettirecek kıvamda değil vücud ısısı kıvamında için, sıcak ekmeğe tereyağ sürmek gibi bir gaflete düşmeyin, ekmeğinizi çok istiyorsanız zeytinyağına bandırın, ama zeytinyağını böyle kekikti, pul biberdi, biraz yağlı peynirdi falan süslemeye kalkmayın, patatesinizi haşlayın, kızartıp mayoneze bulayıp parmaklarınızdaki yağı ve kalan tuzu yalamayın, çorbanız her zaman sebzeden ezilmiş az sulu lapa kıvamında olsun, üzerine yağ kestirilmiş bol baharatlı içine ekmek doğranmış çorbalardan kaçın, yeşil çaydan ve hatta dünyanın en trend çayı olan beyaz çaydan şaşmayın, kıpkırmızı billur gibi demlice yurdum çayı içmek çok ayıp ve hiç havalı değil.

3 Haziran 2008 Salı

İyi olmak...

- Nasılsın ?

- Çok iyiyim

- A aaa nasıl ? Hayırdır inşallah n’oldu şekercim ?

İnsanlar artık, “iyiyim”, “çok iyiyim” cevaplarına hayret eder oldu. İyi olmak için olağanüstü gelişmeler olması gerekiyor. Eskiden “İyi değilim” diyene sorulurdu niye iyi olmadığı, kaldı ki ben onu da sormazdım. Gerçi ben soru sormam zaten, anlatılırsa bazen dinlerim, bazen dinlermiş gibi yapar sistemimin diğer partition’ını çalıştırırım veya tüm bu zahmetlere değmeyecek biri ise hiç dinlemem. Gereği yok. Neyse iyi olmak için olağanüstü birşeyler olması lazım demek ki, hele bu hayret haline boğulan insan bir kadın cinsi ise bu olağan üstü durum özel hayat için evlilikle, iş hayatı için istifa ile sınırlıdır beklentilerde. Her iki durumda gerçekleşse benim iyi olma ihtimalim yok ki. Evlilik desen mümkün değil karalar bağlarım kendimi boğarım siyahlara, etrafımdaki tüm varlıklar için de tüm koşulları çekilmez hale getiririm. İstifa desen, öyle bir sabır var ki sistemimde, istifanın bir önceki adımı birilerinin kırılmış kemikleri, bir sonraki adım ise karakol olur. Dolayısı ile iyi olma durumu zaten söz konusu değil.

Bir de bu şekerim, şeker, şekercim, hayatım, canımmm durumu var ki, bunu telefonda duyuyorsam telefonu ısırmak, karşımda söyleniyorsa üç adet baklavayı çiğneyip yutmadan ağzımı kocaman açıp karşımdakine “bak bu da şeker, değil mi?” demek geliyor içimden. Sen kimsin! Daha ötesi benim şeker bir halim mi var ? Yok! Hiç olmadı.

Patron: İşler yetişmiyor, daha fazla özen gösterilmesini sağlamalısınız, bu durumu daha fazla tolere edemeyeceğim, bu sorumsuzluğa tahammülüm kalmadı.
Ben: Benimde iş planlaması, önceliklendirme, risk yönetiminden haberi olmaksızın güç kazanmak için herkesin elinden işleri toplayıp merkezileşmeye çalışan, bir günlük kişi başına düşen iş hacminin 3 günlük olmasına tahammülüm kalmadı
Sessizlik....
Sessizlik....
Sessizlik....

Odadan çıktık. Telefon çaldı.

- Nasılsın ?

- Çok iyiyim

- A aaa nasıl ? Hayırdır inşallah n’oldu şekercim ?

- Gelen, giden, şu, bu, iş, güç, yok bir şey.

- Birşey yokken çok iyisin yani ? Aaaa sen kesin aşık oldun şeker, bana söylemiyorsun !

Evet kısıtlı algı sınırlarında sadece aşk, iş olabilir tabii ki. Bir kez aşık olmak için bile birazcık da olsa insanın zamanı olması lazım. Benim çişe gidecek zamanım yok ! Bugün ilk defa az önce su içtim, sigara içtim. Aşkmış!

Patron: Toplantı odasında söylediklerin çok yakışıksızdı, beni çok büyük hayal kırıklığına uğrattın. Burada bu kadar adam çalışıyor hepiniz sanalsınız.
Ben: Kadro tipini mi değiştiriyoruz ? “Daimi Personel”, “Geçici Personel” bir de “Sanal Personel” ekliyorum ben o zaman, İngilizce’sine de Virtual Staff diyelim, hani Virtual POS gibi, gerçi Virtiual POS’ların işlem hacmi oldukça yüksek, bizim “Virtual Staff” olarak o kadar yüksek değil işlem hacmimiz sizin de şikayetçi olduğunuz üzere...
Sessizlik
Sessizlik

Kalktım masasından, yerime geçtim. Telefon çaldı.

- Nasılsın ?

- Çok iyiyim

- A aaa nasıl ? Hayırdır inşallah n’oldu şekercim ?

- Gelen, giden, şu, bu, iş, güç, yok bir şey.

- Birşey yokken çok iyisin yani ? Aaaa sen kesin aşık oldun şeker, bana söylemiyorsun !

- Anlatsam ne anlayacaksın bilsem, üşenmeyip anlatacağım ama... Ben sana nasıl yardımcı olayım sen onu söyle bana.

Kötü olmak için major sebepler yoksa zaten iyi olmak zorundasındır. Kötü hissetme sebeplerini sisteme tanımlarsın, “else” condition’ına düşen her durum “iyi olma” eşitliğini verir. Bu kadar!

Telefon çaldı tekrar.

Patron: Burada ciddi bir problemimiz var

Ben: Evet var.

Sessizlik...

Hadi iyi geceler dedim çıktım. Hala da iyiyim !

Bu sıralar yine çizgiler silikleşmeye başladı. Hiç bu kadar silik, açık tonda, zor görülür kıvamda olmamışlardı. Hayırlısı olsun...