Suya ve muhteşem balıklara doyamadan geldim.
Şimdi, sudan çıkmış balık oldum!
Yine tatil sonrası huzursuz uyumlanma sürecini geçiriyorum. Bu kez biraz daha zor oluyor. Çünkü en sevdiğimden, sulardan ayrıldım geldim. Hem de bu dünyanın belki de en güzel sularından. Benimdi o sular! Biz de o mercan mahallelerinde tanınmaya başlamıştık, balıklar gelip gözümüzün içine içine bakıyorlardı, sarıları, mavileri, yeşilleri, pembeleri, güzelleri, çirkinleri, çavuşları, serserileri, hanımefendileri, salınanları, oynayanları, avlananları...
Sayısal çoğunlukları herşeye norm kabul eden, bu şekilde güvenlik sınırlarını oluşturan insanoğlunun aynı kural ile yarattığı "mantık" kavramı ile anlamaya ve anlamlandırmaya programlanmış olan 3 kuruşluk aklı, "mantık" sorgusu altında tanımlı tüm kurallara aykırı varoluşları gördüğü anda karıncalanma eğilimine girer. Bu şekilde proses edemeyeceği bilgiden uzaklaşmaya çalışır, tekneyi güvenli sulara çekmeye çabalar. Bu uyumsuzlukları "lezzetli" olarak kodlayan arızalı bir beynin ise her bulduğu mantık çatlağından beslenerek eğlenir. İşte bu beyinlerin zevkten çıldıracağı bir yer Sharm el-Sheikh. Kutsal toprakların ortasında tüm günahlara serbest bir alan veya tüm eğlenceler için radikal tutuculuktan kurtarılmış bir bölge. Sonsuz sarı toprakların uzandığı, sıcaktan ölmüş arazilerin kenarında su, hem de bir avuç değil koocaman bir deniz. Onca renksiz şekilsiz ruhsuz toprağın hemen yanındaki denizin altındaki akıl almaz renkler, canlılar, hareket ve zerafet. Çöl ve bozkır insanınından o sert, dayanıklı, mesafeli ve ketum tavrı beklerken karşılaşılan çöl çingeneleri ve dilencileri. Sıcaktan öleceğini düşünürken çıkan hafif serin akşam esintisi. Saatler süren çöl yolculuğu ile insanı yıldıracak derecede aynı sarı rengin ve renksizliğin arasında renkli bir kanyonda Alice'in yaşadığı şaşkınlık... Ve üzerine yapışan çölün tozunu denizde temizlemek.
Tüm kutsal kitapların en ünlü hikayelerinin geçtiği topraklarda, efsaneler ile yanyana yürümek. İkiye ayrılan kosakoca deniz, asanın yere vurulması ile çölün ortasında çıkan su, yanan çalı, Sina dağı ve o büyük kaçış... Bunca efsanenin ağırlığı ile hareket etmesini, kafalarının bir karış havada olmasını beklediğin insanların geçim sıkıntısı nedeni ile tüm karizmalarını bırakmaları ve 1 lira için dökülen diller... Çölün ortasında seyar döviz bürosu görmek. En yakın yerleşim birimine 250 km mesafede olan St. Cathrine Katedralinde kalanların hayatını hayal etmeye çalışmak. O katedralde ellerinde kameralar ile dolaşan lacivert t-shirt'lü insanların güvenlik görevlisi, o kameraların da güvenlik kamerası olduğunu öğrenmek. Sonsuz yokluğun ortasında ufacık kum evlerden oluşan köylerin yanından geçmek ve içlerindeki hayatı hayal bile edememek.
Tüm muhteşem çelişkileri ve inanılmaz güzelliklerinin yanında kahkahalarla, keyifle, huzurla, eğlenceyle, heyecanla, merakla, sevinçle, doya doya geçirdiğimiz 8 günün tadı hiçbirşeyle değişilmez...
Şimdi yenisini hayal ediyoruz. Bu kez şarabımızla gün doğumuna...