22 Ağustos 2010 Pazar

Gitmek !

En sevimli fiil değil mi ! Arkasını doldur doldurabildiğin kadar, uzat uzatabildiğin kadar. Yine huzursuz günler yaşıyordum. Hani dursan duramazsın, gitsen tutarlar, tutanı ısırmak istersin, ısırsan bir yere kapatacaklar, sonra kapattıkları yerleri kırmak istersin, dışına büyüyemeyen içine büyür ya, sonunda da patlar... İşte öyle. Velhasıl tehlikeli zamanlardır. Bu gibi durumlarda Edip Canseverin dizelerini geçiririm içimden bazen, "yüzümü size çeviriyorum, siz misiniz / Elimi suya uzatıyorum siz misiniz / Siz misiniz belki de hiç konuşmuyorum / Belki de kim diye sorsalar beni / Güneşe çarşıya kadehe uzatacağım ellerimi / Belki de alıp başımı gideceğim / Biliyorsunuz ya bir ağrısı vardır gitmenin / Hüzünle karışık bir ağrısı"... Sonra derim ki kendime ne ağrısı ya ! Olur mu hiç gitmenin ağrısı hem de hüzünle karışık falan, olsa olsa heyecandan midemde hafif bir karıncalanma, o da dünya tatlısı !

"Hani derler ya nereye gitsen kafan seninle gelir, ne çare". Ne alıklık değil mi ? Kafamla birlikte gitmekten güzeli, bir de en sevdiklerimle gitmektir ancak. Severim kafamı ben, niye kaçayım ki ! Değil mi ama. Hem en sevdiğim hasta ruhlardan biri olan Nietzsche de dememiş mi "öyle çok değerliymiş ki zaman, hep acele etmem bundan, anladım."
...............

"...kesik kesik nefes alan biri vardı yanında, koluna değen bir ten vardı, sıcaktı, nemliydi, ama soğuktu da sanki, uyuyordu, uyuyor gibi yapıyordu. Uyansa sanki bir şeyler olacaktı. Tekrar hissizliğe doğru kaymaya başlamıştı. İçindeki alarm hissini bir türlü yok edemiyordu. Bir yanı o alarmı çalıştırırken diğer yanı sanki susturmak için can yakıcı önlemler alıyordu. Bu kez direnecekti, bir kez daha bu noktaya gelmek için aylar geçecekti. Bu fırsatın kaçırılmaması gerekiyordu. Ama sanki gitgide uzaklaşıyordu. Tutunup uyanmalıydı.

Gözlerini açıyor. Anında o çarpıcı keskin acıyı hissediyor. Hemen etrafını kontrol ediyor. Kollarından bir yere bağlı. Hissettiği kesik kesik nefesin kendisine ait olduğunu anlıyor, koluna değen bir ten yok aslında, nem ise hafif hafif kolundan akan kanın demire bulaşmasından. Kan tutuyor biraz. Canı acıyor ama kırılması lazım, kaçması lazım. Tüm gücü ile kolunu demirden ayırmak için çekiyor. Bileğindeki keskin acıdan bileğini kırmış olduğunu anlıyor ama elini kurtarıyor. Evet kaçmanın, bu toplumdan kendini kurtarmanın bir bedeli olacaktı tabii ki. Kırık bileği ve kolundan akan kanla aralık kapıdan dışarı fırlıyor. Sapsarı buğdayların olduğu bir tarla var önünde. Uçsuz bucaksız. Ne yöne baksa sapsarı, ışıl ışıl. Güneş heryerde sanki. Heryerden yansıması, şaşkına çeviriyor kadını. Nasıl bu noktaya vardığını düşünüyor. Evet. Arkasına baksa belki görecek ama içinde bir sızı. Biliyor. Arkasında boşluk ve insanlar kalabalığı, aynı olan insanlar, ortalama yaşamlar, aynı boşluk. Boşluklar yaratarak ilerliyor. Varlıkları yok mu ediyorum acaba diye düşünüyor. Sadece yer açıyorum diye geçiriyor içinden. Ya önümdeki sağımdaki solumdaki bu uçsuz bucaksız buğday tarlası diye sorguluyor kendini. Düşünmeye boşveriyor. Koş kızım diyor kendi kendine. Bak tam istediğin gibi. Koş. Koşuyor kadın. Deli gibi. Gülüyor. Ağlıyor. Yine gülüyor. Ama koşuyor. Bir yerlerinden kan akıyor ama artık aldırmıyor, ot falandır, koşarken kesmiştir biryerlerimi diye düşünüyor. Veya o toplum insanlarının yaptığı kesiklerdir. Olsun diyor kan da güzel parlar güneşte. Hem kontrast olur yeşillerle. Kırmızı. Yeşil. Sarı. Turuncu. Derken. Düşerken buluyor kendini. Tarlanın bir yerlerindeki, üstü açık bir kuyuya düştüğünü düşünüyor düşerken. Daha da bir sürü şey düşünecek vakti olduğunu da hissediyor düşerken. Düşüşün uzun olduğunu biliyor bir şekilde. Rahatlıyor. Rahat rahat düşüyor. Bir de yıldızlar olsa diyor içinden. Etrafımda. Ben düşerken onlar göğe yerlerine yerleşse diyor. Düşüyor. Nasıl da rahat. Sonra çarpmanın nasıl olacağını düşünüyor, yerçekim kanunlarını hatırlamalıyım sanırım diye içinden hafifçe geçiriyor. Ne kadar uzun düşersem o kadar şiddetle mi çarpardım acaba diyor ama duyacak kimsenin olmadığını bilmenin mutluluğunu da hissediyor. Vücudunu kasıp hazırlanıyor. Artık gerçekten "gidebiliyor". Sonunda ortalama hayatlardan kurtulmanın tehlikesine doğru gidebiliyor........"
...............

Bir çalışma grubu ile çalışmanın tam ortasında paralel bir zaman açılıyor ve bunlar yaşanıyor. Çalışma grubuna "başlangıçta kaos vardı" demek geliyor içimden bazen. Hani bir desem ne diyecekler veya nasıl "haa ?" diyerek kalakalacaklar çok merak ediyorum ! Haahhaaa ! Eğlenebilirim bile.

Başlangıçta kaos vardı. Tanrılar kaosu yarattı. Yaratıklar yolunu buldu. Yollarını bulabilmek için hareket ettiler. Çook hareket ettiler. Dursalardı. Gitmeselerdi. Kaos baki kalacaktı. Neymiş durmamak lazımmış.

Eveet ! Tüm bu tehlikeli zamanların tam ortasında güneş gibi yeni bir destinasyon yetişti ruhuma ! İlaç niyetine !

Gidiyoruz. 5 gün kaldı sadece. 5 gün sonra şuradayım. Dağların tepesi ve evim dışında bu hayatta en rahat olduğum yerde, sularda olacağım !