29 Ekim 2009 Perşembe

Kafes!

"...Sırtını sıkı sıkı dayadığı yerden yüzüne yapış yapış düşmüş yağlı, pislik içindeki saçlarının arasından simsiyah gözleri ile etrafını izliyordu. Sakindi. Sakin gözüküyordu. İnce ince ama sık soluk alması aslında gözüktüğü kadar sakin olmayabileceğinin işaretiydi ama kimsenin işaretlerle ilgilenelecek isteği, isteği olsa da kapasitesi yoktu zaten. Herkes parmaklıklara belli mesafede durmuş, yaklaşmaya çekinerek saçlar arasından gözüken simsiyah gözlere bakıyorlardı. Yere yapışmış tırnaklara, yay gibi gerilmiş kaslara... Sırtını dayadığı parmaklıların ardında kimse olmadığını biliyordu, olanların hepsi karşısındaydı. Ateş gibi büyüyordu, saldırmak için yavaş yavaş büyüyordu... Ama saldıramazdı. Ne kadar da çok, ne kadar da ölesiye istese saldıramazdı. Parmaklıklar keserdi. Ulaşamazdı. Isıramazdı. Tırmalayamazdı. Parçalayamazdı....."

Çözüm olmadığını bilerek çözüm olur umuduyla konuşmak, çabalamak, dinletmeye çalışmak, tekrar denemek, tekrar tekrar denemek, saldırmak. Öfke. Isıramamak. Tırmalayamamak.. Etrafımızda demir parmaklıklardan çok daha güçlü bir şey var. Çarptığımız zaman çok daha fazla hasara sebep olan. Kıramadıkça daha saldırganlaştıran.

Sakin olmak lazım. Doğru anı beklemek lazım. Yüzbinlerce derin nefes almak lazım... 10'a kadar değil sonsuza kadar saymak lazım.

Aklıma filler geldi. Ne güzel hayvanlar. Ne kadar cömert, bağlı, prensipli, kindar, sevecen, akıllı ve güçlü. Ama ne yazık ki alışkanlıklarına ve öğretilere en bağlı varlık.

Bu güzel dev Malezyadaki kampımızdaki genç fillerden biriydi. Ayaklarına bağlı olan zincirler cüsselerine göre çok ince, onları tutacak kadar kalın değiller aslında. Ama öyle eğitilmişler. Daha bebekken çok çok kalın zincirlerle bağlanıyorlarmış. Her koparmaya çalıştıklarında kopramadıklarını görüyorlar ve ayaklarına bağlı olan o şeylerin "koparılamaz" olduğuna ikna oluyorlar. Büyüdüklerinde ise tonlarca olduklarında bile ayaklarında ip kalınlığında bir zincir olsa bile koparmaya çalışmıyorlar...

Sakin olmak lazım. Doğru anı beklemek lazım. Yüzbinlerce derin nefes almak lazım... 10'a kadar değil sonsuza kadar saymak lazım. Ve güçlü olmak lazım. Sabırlı sabırlı çalışmak lazım... Ayağımızdan bağlı olduğumuz şeylerin "koparılabilir" olduğunu bildiğimizi tam da tüm şartların kusursuz bir araya gelmesi noktasına kadar saklamak lazım...

3 Ekim 2009 Cumartesi

Sigara İçmemek...

7 ayda sigara içerek sigarayı bıraktım sonunda!

Mart ayında falan kesinlikle sigara içmeyi çok çok seviyordum hala.

Nisan veya Mayıs ayları içindeydi sanırım, önümüzdeki yıllarda sigarayı bırakmaya karar vermeye karar verdim.

Haziran ayı içinde tatile giderken belirsiz bir zaman sonra sigarayı bırakmaya karar verdim.

Temmuz, Ağustos aylarında kararlarımdan vazgeçtim zaten karar bile sayılmazlardı, sigara içmeyi keyifli bulmaya devam ettim. Hatta çok sevdiğim arkadaşımla biralarımızı içerken, arkadaşım sigarayı bırakmak için aksiyon planlarını anlatırken, ben hiç de öyle sigarayı bırakmak gibi aşırı düşüncelerim olmadığını söylemiştim...

Eylül ayında spor antrenmanlarımı düzensiz olmaktan kurtarıp, düzenli hale getirdim. Çünkü hem kondisyon hem teknik kaybediyordum. İkinci veya üçüncü antrenmanımın sonunda nefesim kesilip yerde yüzükoyun yatarken ve nefessizlikten rezil bir şekilde ağzımın suyu akarken, tekrar düşündüm ve sigarayı bırakmaya karar vermeye değil, sigarayı hemen o anda pat diye bırakmaya karar verdim.

Ertesi gün pat diye sigara içmemeye başladım. Evet ben artık sigara içmiyorum. 15 gün oldu neredeyse, 1 kere bile yokluğunu hissetmedim. Kilo da almıyorum, deli gibi spor yapıyorum. Ve sigara içmeden yaşamayı pek sevdim. Bir hayli iş yükü yaratıyormuş meğerse sigara içmek. Her sigara içmek için 5 dk zaman ayırsam, günde 15 sigara içsem 1 saatten fazla zaman ayırmak lazım, düzenli olarak sigara satın almak lazım, gidecein, yemek yiyeceğin yerleri ona göre düşünmen lazım vs vs. Bir de tonlarca para harcaman lazım.

Sigara içmeyerek mesela, seneye 1 büyük tatil yerine 2 büyük tatil yapabileceğim. Dünyanın 2 ayrı ucuna gitmek için param olabilecek. Bonus bonus bonus!