22 Şubat 2008 Cuma

Offf.... Offf

Kıyıköy'de, deniz üzerinde çok eskiden ufacık bir balıkçı vardı. Bir sandal, bir mangal, iki masa ve nedense sadece altı sandalye. Hani her masada dört sandalye olması lazım ya, garip geliyor insana ama dört olduğu gibi bir de olabilir üç de, dört mantıklıdır aslında, iki de bir derece, ama üç ve bir yanlış gelir normal insanlara. Neyse ben severdim üç sandalyeli masayı, bir sandalyeye sırt çantamı, birine kendimi, birini de ayaklarımı uzattım mı tamamdır. Denizden çıkan balık sandala, sandalda ayıklanan balık mangala, mangalda pişen balık masaya, bir küçük rakının hemen yanına... Salata falan olmadan sadece balık, su olmadan sadece rakı, grup grup hareket eden, eğlenmek için kendini paralayan gürültücü yaratıklardan uzak...

Tam da orada olmak istiyorum bu sıralar... Olamıyorum..

Aylardır her gece çalışıyorum, sadece uyuyorum ve tekrar çalışıyorum. Astarı yüzünden pahalıya çıkıyor bu işin, kafam atmak üzere, insanlar iyi bir insan olduğuma inanıyorlar ama benim dişlerim sivrileşmeye, tırnaklarım uzamaya başladı, farkında değiller daha, geçen akşam birini ısırdım, şaşırdı, benim kadar tepkisiz ve soğuk gözüken bir tipten hiç beklemiyorlardı tabi, neyse onlar da alışacaklar. Tarzımı değiştirmem lazımmış, efendi hanımhanımcık gözükmem gerekiyormuş. Ne demek olduğunu bilsem, sussunlar diye gözükeceğim istedikleri gibi ama ben ne giysem zibidi gibi duruyorum. Ülkenin durumundan da haberim yok, memlekette şeriat ilan edilecek en son benim haberim olacak, onu da kıçımı başımı kapamadım diye dayak yediğimde anlayacağım sanırım ve ülkeyi terk etmek için çok geç kalmış olacağım. Gerekli şeylerden bihaber olamama rağmen bir ton lüzumsuz şey hakkında güncel bilgi sahibi oluyorum nasıl oluyorsa, kafama gizlice birileri sokuşturuyor sanırım. Mesela, koparınca kendi kendine tekrar birleşebilen, kendini yapılandırabilen bir alet icat edilmiş. Nazi hazinelerinin en kıdemlisi ve havalısı bulunmuş. Gerçi ben yıllardır bulunduğunu düşünmüşümdür. Endonezya'da Merapi yanardağının kapı bekçisi varmış. Yanardağı dinliyormuş, kolluyormuş, anlıyormuş, adak organizasyonlarını ve dini ritüelleri düzenliyormuş. Bilimadamları deliye dönüyormuş, patlayacak işte köylerin boşaltılması lazım diye paralıyorlarmış kendilerini ama kapı bekçisi "ben bilirim daha tehlikeli değil" diyormuş inatla. Ben kapıbekçisine inanıyorum. O insanlar doğadan. Bizim gibi dünyada tehlikeli atık olarak yaşamıyorlar. Japonya'da yamabuşi keşişleri Kii dağında dik bir yamaçta, keşişleri iki ayağından başaşağı sallayarak sorguluyorlarmış, "Emirleri yerine getirdin mi?" diye. Biz de ise bir toplantı odasına kapayıp, kafanın tepesine çaka çaka aynı soruyu soruyorlar, insan her ortamda kendini tekrar ediyor, hiçbir özgünlük yok!

"çünkü bu kahverengi akşam saatlerinde herşeyi en soğuk ölçülere vuruyoruz, bir uzak han kavramına, Hanların rahmindeki bir yolcuya, bir semendere, Ve soğuk bir çağdan geçiyoruz.Çağlardan. Başımızda siyahtan bir hale" diye bir şiir vardı kalanını hatırlamadığım.

Climate Partnership programına başvurdum. 15 günlük küresel ısınma bilim kampı. Eğitilip, herkesi bilinçlendirmek amaçlanıyor. Malezya maceram yetmedi. Bir yenisi için heyecanlanmaya başladım.

Bir buçuk hafta sonra eğer konsoloslukta vize işlerinde bir aksilik çıkmazsa Roma'da olacağım. Sokak kahvelerinde geleni geçeni seyredip, kahvemi yudumlayıp, akşam içeceğim şarabı ve incecik pizzaları düşüneceğim.

Yarın ise measi var. Çalışacağım.

Off. Off... Kıyıköy'de olsaydım.

"............Sen kimsin dedi. Dedim kimsem oyum. Yani dedi. Yani dedim kimsem oyum..Tamam da kimsin sen dedi. Dedim ki kimseden, kimden bir kimseyim. Fakat bilmiyorsun o zaman dedi. Sen kimsin dedim. Dedi kimsem oyum. Tamam dedim. Tamam dedi. Tanıştığımıza memnun olduk........"